top of page

EKSİ DOKUZ

  • Yazarın fotoğrafı: Ferhan Tutaşer
    Ferhan Tutaşer
  • 3 Eyl 2018
  • 12 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 3 Tem 2020

Herkesin, bu yüzden de her şeyin üzerime geldiği bir dünyada yaşıyordum. Kimse inanmıyordu bana; büyütüyormuşum. İşimde bile, saç modelim, günlük sakal tıraşım, gereksiz mesai saati uzamaları vs konular dolayısıyla sorunlar yaşıyordum. Saçma kurallara bağlı bu düzene ayak uyduramıyordum. Ailem dâhil hiç kimse bana hiçbir zaman hak vermedi. Bugün de hayata uyandım. Annem genelde kahvaltımı hazırlamış şekilde karşılardı beni. Ama ilginç bir sabahtı, evde kimse yoktu. Geceden normal ev hali sohbetlerimizden ve annemle çok sevdiğim gömleğimi evin hiçbir yerinde bulamadığımla ilgili kısa bir konuşmadan başka bir şey hatırlamıyordum.

Hazırlanıp evden çıktım, belki yeniden başlayabileceğim bir iş bile bulabilirdim belki de. Akşama doğru döndüğümde yakın karşı komşumuz olan yaşlıca sayılabilecek Meltem teyzeyle kapıların aralığında karşılaştık. ‘Bizimkiler döndü mü acaba’ diye soruverdim, az sonra eve girince öğrenecek olmama rağmen. O da ‘görmedim ama çıkarlarken görmüştüm. Tanımadığım bir adamla beraber annen, baban ve abin evden çıktılar, amcan falan mıydı acaba bilmiyorum ki.’ dedi. ‘Yok, değildir.’ dedim düşünceli bir halde. ‘Selam verecektim ama beni pek görebilecek bir halde değil gibiydiler’ dedi. Anlayamadım. Babam işte olma saatinde neden evdeydi? Bize gelen adam kimdi? Hep beraber neden evdelerdi ki çıkmış olsunlardı?

Eve girmeye çalışırken, kapının kilitlenmemiş olduğunu fark edince de ‘dönmüşler galiba’ diye düşündüm. Girdim içeri. Halen kimse yoktu; gelmemişlerdi. ‘İlginç, kapıyı bile kilitlemeden çıkmışlar.’

Hemen cep telefonuma sarıldım. Babamın telefonu hiç olmadı da, annem de kullanmayı bilmez ama taşırdı. Önce annemi aradım, cevap vermedi, şaşırmadım. Abimi aradım, kapalı. Neydi bu böyle?

Sıkıldım. Tekrar dışarı çıkıp bir şeylerle uğraşarak vakit geçsin istedim. Eve yakın bir yerde birkaç yıldan beri kurulmuş olan alışveriş merkezine gitmeye karar verdim. Akşam karanlığı olmak üzereydi.

Buraya sık gelirdim. Diğer alışveriş merkezlerinden hiçbir farkı yoktu, ki hepsi aynıydı bunların. Çok büyük sayılmazdı belki ama, küçük hiç değildi. Girişteki döner kapıdan girdim, üzerimdeki metalleri bırakıp güvenlik cihazından geçerken, güvenlik görevlisi kadının yanındaki erkek meslektaşına bir şey fısıldamaya çalıştığını gördüm. Beni durdurup bir şey soracaklarını sandım ama öyle bir şey olmadı. Sıradan işlerine döndüler sakince.

İkiye ayrılan koridorun sol tarafı, turuncu bir şeritle kapatılmış, insanların koridorun diğer tarafından geçmesi sağlanıyordu böylece, ben de o tarafa yöneldim. Çok kalabalık değildi bugün burası ama insan ve müzik sesleri birbirine karışacak kadar yoğundu. Yanımdan geçen bir kadınla göz göze geldik. Tanıdığı birini görmüş gibi ilk bakıştan hemen sonra hızlı bir ikinci bakış daha attı yüzüme. Yürüyorduk ve birbirimizin arkasında kaldık. Dönüp bir daha baktığımda kulağında telefon, biriyle konuşuyordu. Çok kısa sürede biriyle konuşmaya başlamış olması ilginç gelmişti.

Zemin katın da altında yirmili yaşlarda gençler buz pistinde keyif yapıyorlardı. Burada bir tur döndükten sonra sadece canım istedi diye asansöre binmek istedim. Asansör bulunduğum zemin katta değildi. Elektronik kat gösterge ekranına baktım. Hiçbir şey yazmıyordu.Çalışmadığından mı acaba diye düşündüm. Bir an görebildiğim kadarıyla 9 mu 8 mi olduğunu tam anlamadığım bir rakam yanıp söndü. ‘8 mi, ne alaka?’ Tanıdığım bir yerdi burası, önündeki caddeden de defalarca geçmiştim ve dışarıdan bakıldığında zemin kat üstünde 2 kat olduğunu bilinçaltına kaydetmek zor olmamıştı. Birkaç saniyeden daha kısa sürede bunları zihnimden geçirdikten sonra yanlış gördüğüme karar vermem de uzun sürmedi. Asansör çalışmıyordu, vazgeçtim ben de. Yürüyen merdivenleri kullanarak birinci kata çıktım… Gezinerek ilerledim. Bu katın dar bir koridorunun başında Avm yönetim bölümü olduğunu tahmin ettiğim bir odaya annemi hatırlatan bir kadının hızlıca girdiğini görünce aklıma annemi aramak geldi bir kez daha. Yine açmadı. Ev telefonuna da cevap veren yok. Abimi aramadım.


Sadece dolanıyordum. İlerde yerleri silen temizlik görevlileri vardı. Ben yürüyüp onlara yaklaştıkça, biri diğerinden uzaklaştı. Kalan kişiye yaklaşırken kırık saplı olan paspası dikkatimi adamdan önce çekti ve o adamın tam yanından geçecekken kullandığı paspası önüme geldi; duraksadım, sonra o da geçti önüme. Kısa bir belirsizlikten sonra ters taraftan geçmek zorunda kaldım. Bunu yaparken de bir giyim mağazasının vitriniyle karşılaştım.

O da ne?!

Dünden beri bulamadığım gömleğimin nerdeyse aynısı! Belki de o. Sadece mağaza yürüyüp uygun fiyattaysa alıp çıkmaya karar verdim, yenisi hiç fena olmazdı.

Mağazanın kapısının içerisinde tezgâhtar kız gülümseyerek karşıladı beni. Gömleği görmek ve fiyatını sormak istediğimi söyleyince, içeri buyur etti beni. Ben de gülümseyerek yürümeye devam ettim. Gömlekten tek bir tane kaldığını ve onu da vitrinden alıp, vereceğini söyledi. İstedim, getirdi o da. Gömlekle ilgilenme anında, yüzeysel sayılabilecek birkaç cümleden sonra ben de kendimi rahat hissettim ve çenem açıldı. Nerdeyse sohbete dönüşmek üzere olan konuşmamız dışarıdan gelen belli belirsiz sesle bölünür gibi oldu. Biri bağırıyordu galiba... Bir kadın.

Dışarı doğru bakar olduk. Bu kişi kime ve neden bağırıyordu? Kötü bir şey oluyor veya olmak üzere gibiydi. Kadın hiç de sakin değildi ve yürüyüş yönüne bakılırsa -o an gerçekleşen her ne ise- içinde olduğum mağazanın bulunduğu taraflardaydı. Tezgâhtar kız, ettiğimiz muhabbetten sesi alçalarak çıkarken, dışarı yöneldik. Başkalarının da bizim gibi yaptığını gördüm.

Bağıran ve onu tutmaya çalışan, aynı kıyafeti giymiş olmalarından başka bir dükkânda beraber çalıştıkları anlaşılan kadınlar, olduğumuz mağazaya doğru yürüyorlardı ve gittikçe sesi yükseliyordu sarışın olduğu belli olacak kadar yaklaşmış kadının: ‘Sahtekâar!!! Bu insanları kandırır durur’ diye neredeyse haykırıyordu.

Ne oluyordu öyle?!

Başkaları da iş yerlerinden merakla dışarı çıktıklarından kısa süre sonra herkes bana bakmaya başlamıştı aynı zamanda. Çünkü bağıra bağıra yaklaşan kadının sertçe uzattığı kolunun ucunda işaret parmağıyla beni gösteriyordu!

***

Bana bağırıyor ve o sözleriyle benden bahsediyordu. Ama neden, ne demekti bu? Anlamıyordum, korkmuştum resmen. Bu olumsuzluktaki her şey bana odaklı oldu birden, şaşkındım ve kafam çok karıştı. Zaten evle ilgili giderilmemiş sorular halen kafamdayken bu sıkışıklıkla baş etmek zor olacaktı. Kadın gittikçe yaklaşıyordu.

Bir dakika…

Bu kadını tanıyordum! Belli belirsiz dudaklarım kıpırdadı:

Ebru…

Saç rengini değiştirdiği için çok yaklaşmadıkça tanıyamamıştım. Bir arkadaşımız vasıtasıyla tanışıp kısa sayılabilecek –ama ilişki denemeyecek- bir beraberliğimiz olmuş, görüşmeyi kesmeyi teklif ettiğimde kendisini oyalandırılmış hissettiğini söylemişti. Klasik erkek oyunlarına alet olduğunu söylüyor ve ilginçtir, iddiayla muhatap olan benim de bunu yaptığıma inanmamı istiyordu o günlerde. Söylediği gibi bir şey olmamıştı ama muhtemelen beni buralarda ve belki de mağazada bir kadınla konuşur görünce aklına yine o günlerde düşündüğü şeyler gelmiş olmalıydı. Kızgınca ve bağıra bağıra üzerime yürümeye devam ediyordu:‘Kötünün tekidir bu!’

Artık aramızda sadece birkaç metre vardı. Ne yapacağımı şaşırmıştım. Neredeyse yüz yüze gelecek kadar yaklaşmıştı. Oradaki herkesin dikkatini üzerime çekmeyi amaçlamış ve bunu başarmıştı. Bir anda karar vermem gerekiyordu. Böyle, hak etmediğim bir şeyle yüzleşmek zorunda kalmak -hele şu an için- gayet gereksizdi. Hiç konuşmadan hızlı adımlarla uzaklaşmaya başladım. Birileri de yakalanmam gerektiğini düşünmüş gibi arkamdan yürümeye başladılar. Ben adımlarımı hızlandırdım; onlar da öyle yaptılar. Koşmaya başladım. Arkamda curcunanın başladığını hissedebiliyordum; gürültü çoğalmıştı. Merdivenlere ulaştığımda, iniş hızını yetersiz bulduğum için, aynı anda ben de basamak iniyordum. Böylece tekrar zemin kattaydım. Çıkış kapısına yönelirken güvenlik görevlileri ellerinde telsizlerle konuşurken önce yüzlerini bana döndüler ve benle arkamdaki kalabalık dolayısıyla onlar da hareketlendiler. Ben de o tarafa gitmemem gerektiğini hemen anladım.

Buz pistinin olduğu alt kata indim. Arkamdan geliyordular. Sağa sola bakınırken bir demir kapı gördüm. Oraya yöneldim. Uzağımda bırakabilmeyi başarabilmiştim galiba onları. ‘Bu nasıl bir iş ya..üff..’ Çok sıkılmıştım gerçekten. Neden oldu tüm bunlar? Evde kimseyi bulamamamla başlayan şeyler neden fazlalaşıyordu ki böyle durup dururken? Eve dönmek istiyor; kendimi hiç güvende hissetmiyordum.

Kapıya ulaştım, mutlaka kilitlidir diye sonrasındaki hamlemi düşünmeye çalışırken bir baktım ki açık, girilebiliyordu. Bu aksilik içinde bu ikramı geri çevirmedim ben de, düşünmeden oraya attım kendimi ve arkamdan kapatıp sürgüyü kullanarak kilitledim. Önce oh çektim ve yavaşça yürüdüm. Yukarısı kadar geniş ve aydınlık bir yerdi. Depoydu galiba, sağda solda irili ufaklı koliler ve onları taşımak için kullanılan motorlu ve motorsuz arabalar vardı çünkü. Buradan nereye ulaşabileceğimi düşünürken, bu katta mesai harcadığı izlenimi veren mavi önlüklü yaşlıca sayılabilecek bir adam karşıma çıktı birden. Aramızda 15-20 metre vardı ve birbirimize bakakaldık, ama benim kaçmaya çalıştığım onun da yakalamaya çalıştığı vücut dillerimizden belliydi. Bana hafifçe tebessüm ederek ‘üzgünüm, sizi yakalamak zorundayız’ dedi. Duyduklarıma, gördüklerime inanmakta gerçekten zorluk çekiyordum. İçimdeki bambaşka bir korku haliydi artık. Adam kollarını iki yanına açmış bana yaklaşırken ben de bir tarafa doğru koşmaya başladım. Onu geride bıraktım derken o da ne, bir başkası! Arabaların-kolilerin sağından solundan geçip atlatmaya çalışıyordum bu ikincisini de. Ağzım kupkuruydu. Deli gibi deponun içinde oraya buraya koşuyordum. İyice terlemiştim, içim sırılsıklamdı. Hayatımda hiçbir şeyden bu kadar korkmamıştım, üstte kalan üç katın ağırlığını resmen üzerimde hissediyordum. Koşarken başka bir yere açılan bir kapı daha fark ettim. Neyle karşılaşacağımı bilmiyordum ama yakalanma ihtimaline karşı bile kapıdan sonrasına bakmayı istedim yine de. Kapıyı açtım. Evet, açık havayı görüyor, basamaklar ve rampa bir kısa yol ile bağlanan biraz yukarda kalan caddeyi fark edebiliyordum. Çıktım mı kaçtım mı bilmiyorum, ama artık dışarıdaydım. Arkama baktığımda kimse yoktu. İlginçti ki, benden sonra dışarı çıkmadılar, bakmadılar bile.

Ben içerdeyken hava iyice kararmıştı. Yolun karşısına geçtim. Bu adamlar neyin peşindelerdi? ‘Üzgünüm ama sizi yakalamak zorundayız’ da ne demek oluyordu, Ebru benden şikâyetçi gibi göründü diye miydi bunlar, benden ne istiyorlardı? Bu sabahtan beri bizimkilerle ilgili olanlar… ve şimdi yaşadıklarım… Birbirlerinden bağımsız olamayacağını aklımın ucundan geçirmedim değil. Öğreneceğim başka şeyler mi olacaktı yoksa, diye düşünürken telefonum çaldı. Telefonun ekranında gördüğüm şeye şaşırdım.

Annem arıyordu.

***

Karanlığın içinde telefonun ekranında annem yazısı yanıp sönüyordu, bakakaldım. Kendime geldim birden ve açtım hemen. ‘Alo anne’ dedim neredeyse nefessiz kalarak.

‘Ne yapıyorsun oğlum?’

‘Nerdesiniz hepiniz?’

‘Dur sakin ol bi..’

‘Eve gidiyorum. Garip şeyler oluyor, neredesiniz?’

‘Gitme geri gel’

‘Nereye?!’

‘Bir şey yok, sakin ol. Binaya geri gel.’

Binaya geri mi gel?!‘Neredesin sen anne?’

‘Alışveriş merkezindeyim, gel. İkinci kata çık.’

‘Anne ne diyorsun sen?’

‘Gel… Bir şey yok. Başına gelenleri biliyorum, geçti. Dön şimdi. İkinci katta halkla ilişkiler sorumlusunun odası var, oradayız, abinle…’

Aklım fikrim durdu! Ağzım açık şekilde sadece kapadım telefonu ve tekrar ön kapıya yürümeye koyuldum.

Yine döner kapıdan girdim içeri. Karşılayan kimse yoktu ve koridorun iki tarafı da açıktı bu defa. İnsan sayısı azalmış; beni az önce kovalayanlar kadar bile kalabalık kalmamıştı içeride. Uzağımdan zararsız geçen tek tük insanlar görüyordum sadece. Az önce içinde yoğun bir eğlence olan buz pateni pistinde de kimseler yoktu. Annemin bana dediği ikinci kata çıkarken ağzım açık şekilde etrafıma, nerdeyse bomboş olan bu yere bakıyordum. Merdivenler bittikten sonra yürüdüm biraz. Odayı gördüm. Zaten görmüştüm burayı. İlk girdiğimde anneme benzettiğim kadının buraya gird... yoo, olamazdı herhalde! Yoksa o kadın... ‘Yok be… İmkânsız’ dedim kendi kendime. Ama, aklıma başka hiçbir şey gelmedi ki. Sarsılmıştım. Gerçekten hipnotize edilmiş gibi hareket ediyordum artık. Odaya yaklaştım. Kapıyı çalmadan girdim içeri. Annem ve abim odada. Bir de patronum masanın başında oturmuş, bordonun kötü bir tonundan seçmiş olduğu takım elbisesiyle. Hiçbir şeyden emin değildim artık.

Adam, sanki biraz mahcup ama daha çok da donuk bakıyordu. Pek umursamadım, biraz kızgınlaşmaya da başladığımı hissetmiştim çünkü. Hiçbir şey anlamamaya devam ediyordum. Sorularla dolu gözlerle onlara bakıyordum. Bu odada neden buluştuk, annem, abim burada ne yapıyordu böyle, bir alışveriş merkezinin bu yerinde gerçekten ne arıyorduk? Annem bir kez daha sakin olmamı söyleyip, öncelikle odanın içindeki asansörü kullanıp birinci katta benim için hazırlanan temiz kıyafetleri giyip gelmemi istedi. Dayanamadım: ‘Anne nedir bunlar, konuşun önce.’ Daha fazla şey söylemek istiyordum ama sadece kollarımı iki yana açmamla kaldım. Annem çok üzgün ve okulda kötü bir şey yapan çocuğuyla ilgili görüşmek üzere acil çağrılan bir kadının klasik haliyle konuşuyordu: ‘Birazdan eve gideceğiz. En geç yarın sabah her şey yoluna girmiş olacak. Hepsi bir halüsinasyondu oğlum, yaşadığın hiçbir şey gerçekleşmedi. Yine aynı şeyleri yaşıyorsun birtanem…’Donup kaldım. Gözlerim olabildiğince açılmıştı. Halüsinasyon… Ama.. Ama benim öyle bir sorunum hiç olmamıştı ki. Ya da… Ya da ben öyle sanıyordum!

Annem konuşmaya devam etti: ‘Hadi git üzerini değiştir, dediğim gibi. Daha rahat konuşuruz hem.’

Kim benim için kıyafet hazırlamış olabilirdi, bilmiyorum ama en azından temiz kıyafet fikri mantıklı ve az da olsa rahatlatıcı geldi. Annemin sözleri kulaklarımdaydı, filmlerdeki gibi yankılanıyordu adeta: ‘Hepsi bir halüsinasyondu… Yine aynı şeyleri yaşıyorsun…’ Odanın içindeki asansöre bindim. Çok küçüktü, nerdeyse dardı. İçgüdüsel olarak yüzümü asansörün kapısına ve arakamda bıraktığım odaya dönmek isteyerek yerleşmek istedim.

Kapı kapanmak üzereyken, gördüğüm şey beni mahvetmişti! Etrafında oldukları masanın arka çaprazında sapı kırık bir paspas ve ona sarılı turuncu mavi renkte uzunca bir şerit bant gördüm!!! O an herkes de bana bakıyordu. Hayır, tabii ki her şey gerçekti. Eğer değillerdiyse nasıl bir daha burada görmüş olabilirdim? Halüsinasyon görmemiştim. Ebru bana bağırıyordu, beni kovaladılar, emindim. Görmemiştim ve tam aksine tüm olanlardan herkesin de haberi vardı!

Tüm bunları düşünürken ben, o an kapının kapanmaması için elimle engellemeye çalışmakta geç kalmıştım artık. ‘Annee…’ diye bağırıp kapıya vurdum. Hiçbir şey olmadı. Nedense içimi hüzün kapladı. Sonra, asansörü durdurmak için basacağım düğmeleri ararken dirseğim bi yere çarptı ve kendi hareket edip aşağı inmeye başladı. Düğmeleri de fark ettim böylece. 2, 1, 0 ve -1 diye sıralanmıştılar ve katı gösteren küçük bir ekran… Başka bir şey yoktu, ne durdurma ne de yardım çağrısı düğmesi. Asansör iniyordu ve yanlışlıkla -1’e bastığımı aklımın ucundan bile geçirmek istemiyordum, beni yakalamaya çalışan o iki adamın olduğu katta bir daha bulunmak istemiyordum. İniyordum. İnmemi istedikleri birinci kata geldiğimde… kapıyı açmaya hazırlandım ama durmadı.

O paspas… Gözlerimi bir an kapadım, dişlerimi sıktım. ‘Umarım şimdi dururum. İşte zemin kat’… Gerçekti. Hayır, hayır hepsi gerçekti. Yine durmadı ve inmeye devam etti asansör! -1, ve eyvah diye geçirdim içimden. Ama… Koridorun kapatılması için kullanılan bant, odada… Kafam karmakarışıktı. Birden fark ettiklerim, aklıma gelenler… Bu bodrum katta asansörün durmasını bekledim ve karşılaşabileceklerime karşı ne yapacağımı düşünüyordum artık. Ama… Nasıl yani? -2...

-2 mi? Gözlerime inanamıyordum! Rüyada mıydım gerçekte mi, ikisinden de şüphe ettim artık. -2 de ne demek? İkinci bir bodrum katı yoktu ki buranın! Odada az önce gördüklerim…

…Film kareleri geliyordu gözümün önüne:

Güvenlikçilerin fısıldamaları… Kapatılmış koridor... Sağ tarafa yönlendirilen müşteriler… Asansör durmuyor: -3… Sağa-sola yukarı-aşağı bakmaya başladım, çıkış yolu arar gibi. O insanların hiçbiri doğal değildi… Hepsi ortam oluşturmak üzere sadece figüranlık yapıyorlardı. Sahi ya, buz pistinde hiç çocuk yoktu!.. -4… -5… Hepsi ve herkes düzmece... Girişte o bantla kapatılan taraftan gitmemem isteniyordu! Beni bir tarafa mı yönlendiriy… Evettt! Tüm olanlar kurguydu. Dünya gittikçe üzerime çöküyordu… -6… -7… Paranoyak değildim. Tüm bu karmaşanın içine resmen çekildim ben. Ama neden!!! Zihnimi durduramıyordum. Ahh… Neler oluyordu? Ebru’nun yanında onu –sözüm ona- tutmaya çalışan kişi.. O da binaya girişte bana bakıp sonra telefonla konuşan kadındı!..Evet evet, oydu,fark ediyorum. Çıldıracaktım! Su gibi akıyordu cevaplar. -8… Arakama bakar bakmaz telefonda konuşması da birilerine benim geldiğimi haber verişiydi belki de. Kime peki? Temizlikçilere! Yukarı katta karşılaşmamızda birinin önüme geçip durması… Evet, onlar da beni çarpışma süsüyle mağazaya yönlendiriyorlardı. Hatta tezgâhtar kız bile muhtemelen kurguya dâhildi. Olanlar tesadüf değildi! Aman Allah’ım… Kayıp gömleğim… O vitrinde… Tezgâhtar kızın söyledikleri: Tek bir tane kaldı bundan.’ Tek bir tane kalmıştı, evet. Hatta başka da hiç olmamıştı zaten, o gördüğüm, gömleğimin aynısı değil; kendisiydi! Oraya nasıl gelmişti? Ağlamaklıydım. ‘Annee?..’

O kimseler gömleğimi görmemi, o mağazaya girip duraksamamı sağlamış ve Ebru’nun karmaşa çıkarıp beni o kovalamayla aslında alt kata itmiş olmalılardı! Başka bir şey gelmiyor aklıma. Gördüklerimin, yaşadıklarımın hepsi gerçekti.

Ben artık nerdeyse kendimden geçmişken -9 yazıyordu kat göstergesinde. Nihayet yavaşladı asansör; duruyordu.

-9… Neresi burası?

Sırada ne vardı acaba? Bayılacak gibiydim. Gittikçe daha da yavaşladı. Ve…

Durdu.

***

Sadece nefesimi duyuyordum.

Kalbim göğsümden fırlayacakmış gibi çarpıyordu. Çok susamıştım.

Bekledim.

Asansörün ışıkları söndü. Adeta her fonksiyonu durmuş gibiydi.

Otomatik kapı açıldı yine de. Açılır açılmaz bir şey daha: Ara kattaydım.

Asansör, yarısı yukarda yarısı aşağıda kalmış şekilde durmuş, zemin alın hizamdaydı.

Görebildiklerim garip şeylerdi:

Kalabalıktı burası, çıkan seslerden belliydi. Botlarını görebildiğim yakından geçen kişiler ıslak zeminde yürüyorlardı. Bir fabrika gürültüsüne yakın ses kalabalığıydı duyduğum. Ne yapacağıma karar veremedim. Kimse de orada açılan bir kapının varlığını fark etmemiş gibi bana doğru gelmiyor; bakmıyorlardı bile. Sanki çabam bir şeye yarayacakmış gibi olanları anlamaya çalışırken… Ölüyorum sandım, biri başıyla bana doğru eğilip baktı! Yaşlı biri. Bir adam. Elini uzattı bana. Başıma neyin geleceğini bilmememe rağmen, bu kuytuda beklemek istemediğimi ve susuzluğumdan daha fazla olan merak hissimi artık ve ne pahasına olursa olsun gidermek istediğim için ben de elimi uzatarak karşılık verdim. Tutup çekti beni ve ben de güç harcayıp zemine ayak basmak üzereyken elimi bırakıp uzaklaşmıştı ve ayaklarımın üstünde durduğum an, bu akşamki olanlardan sonra bir daha şaşırmayacağımı düşünmeme rağmen gördüklerim karşısında kafam durmuştu. Sadece izliyordum:

Kadın-erkek onlarca yaşlı ve yaşlı sayılabilecek insan ne olduklarını anlamadığım işler yapıyorlardı. Üzerlerinde gündelik çeşitli kıyafetlerle kaba kasaplar edasında et parçalarıyla uğraşıyorlardı. Kesiyorlar, doğruyorlar, elden ele veriyorlar, küçük el arabalarına yüklüyorlardı… Üzerlerindeki beyaz önlükleri leşten ve kandan renk değiştirmeye yüz tutmuştu. Üzerinde olduğum alan büyük dikdörtgen, uzun iki kenarı geniş hendekle çevrilmişti. O, daha çok kadınların olduğu hendek alanda etler, gelişi güzel ve gördüğüm kadarıyla iç organlarla beraber parçalanıyor; başka etler de yanımdan, kesilmiş ya da kesilmek üzere başka bir yere götürülürken, el arabalarına yığınla doldurulmuş birilerince geçiriliyordu. Neyin hazırlığı veya tüm bu ‘şeyler’ nereye götürülüyor, hiç belli değildi. Midem de bulanıyordu artık ama bulantıyla baş etmem, içinde olduğum durumla baş etmekten daha kolaydı.

Kimsenin bana baktığı yoktu. Az önce asansörden çıkmama yardım eden kişi de kalabalığın içinde kim bilir nerelerdeydi. Satırların etlere vurulmasından çıkan patır kütür ve ıslak yerde, onlarca kişinin dize kadar gelen plastik botlarının çıkardıkları ile bunların arasından, kılıç bilenir gibi keskin ve yüksek bir ses ve yine duvarların içinden ya da buralarda bir yerlerde olduğu izlenimi veren çalışan bir motorun sürekli gürültüsü ortama hâkim olan seslerdi. Kimse kimseyle de konuşmuyordu. Bu insanların yüzünde garip bir ifade vardı. Başka bir şey… Oldukları yerden ve yaptıkları işten memnun olmayabilirlerdi belki ama asla şikâyetçi bir halleri de yoktu. Birileri, onlara –ne olduğunu tahmin bile edemediğim- herhangi bir şey vaat etmiş de onlar da böylece burada çalışıyorlar gibiydi. Herkesin başı aşağıda. Ne yapsam bakmazlardı bana, belliydi. Ayrıca gizli bir hüzün havası da var gibiydi hepsinde. Ve yıllarca burada yaşayan mahkûmlar gibi… !!! Doğru! Bunlar… Bu insanlar, bu kişiler yıllardır buradaydılar. Bu insanların hepsi bir şekilde buradaydılar ve ne yaptıklarını bilmeden bu garip işi yapıyorlardı. İçinde oldukları duruma ‘dur’ diyebilecekleri zerre kadar bilinçleri yoktu. Gittikçe farkındalığım artıyordu. Bu insanlar burada gerçeküstü bir kölelik yaşıyorlardı! Kölelik diye nitelendirdiğim durumlarının gerçek’üstü’ olmasına rağmen, o köleliği yerin 9 kat ‘altında’ yaşamaları da hayli ironikti.

Buradan benim de kurtulmamın yolunun öncelikle onları uyandırmaktan geçtiğine inandım. Konuşmaya çalıştım onlarla. Koluna yapıştım birinin. Kolunu sakince kurtarmaya hamle yaptı sadece. Sağıma-soluma, arkama bakıp duruyordum ben de. Sonra tekrar az önce yüzümün dönük olduğu yere… Bana bakmıyorlar ve durduramıyordum onları. Bağırarak başladım:

‘Heey… Ne yapıyorsunuz siz? Baksanızaa.. Neler oluyor burada? Kimsiniz? Kendinize gelin. Burası gerçek değiil. Uyanııın. Ne yaptığınızı sanıyorsunuz?’

Sadece, beni duymuyorlarmış gibi davranıyor ve de bunu yapmakta hiç zorlanmıyorlardı. Orda yokmuşum gibi işlerine devam ediyorlardı. ‘Kendinize geliiin… Heey… Neresi burası? Uyanın ve kurtarın kendinizi. Burası gerçek değil. Şu halinize bakın. Kimse böyle bir yerde çalışmaz; sizi kandırıyorlar.’

Sonra birden fark ettiğim şeyi, anında onlarla paylaştım.

‘Baksanıza hepiniz yaşlısınız. Yaşlanmışsınız, çünkü yıllardır buradasınız! Sadece yaşlanıyorsunuz, kendinize gelin, bana bakın. Sonsuza kadar burada kalacaksınız, hadi… Buradan çıkmalıyız.’

Ama hiçbir şey değişmemişti. Bedenimi aşıp savrulmak istiyordum, çünkü buna ihtiyacım vardı. Nerede olduğumu, neden burada olduğumu az sonra da nerede ve nasıl olacağımı BİLMİYORDUM! Üzerimdeki sıkıntıyı kontrol edemiyordum artık. Gözlerimden neredeyse yaşlar gelecek kadar sinirim bozulmuştu. Sabahtan beri yaşadığım onca şeyden sonra burada, bu kalabalıkta kollarımı açarak, gövdemi haykırmamın verdiği refleksle geriye doğru eğmiş, terli ve iyice kirlenmiş kıyafetlerimle birinin bana acımasını ister gibi son sorumu artık ağlayarak haykırdım: Neler oluyor buradaaaa?!’

Tam o anda herkes yaptığı işi bir anda bırakıverdi. Yüzleri ve gözleri bana dönüktü. Bu isyanımın hemen ardından, artık hepsi bana bakıyor ve sadece bahsettiğim keskin ses ve motor uğultusu duyuluyordu. Donakalmıştım. Sadece gözlerimi kıpırdatabiliyordum. Onların yüzlerinde gezdiriyordum şaşkın ve korkak bakışlarımı. Hiçbir şey yapamadan durdum. Hem şoktaydım hem gücüm kalmamıştı. Sadece birbirimize bakıyorduk…Gözüm karardı. Bayılıyordum galiba.

***

Gözlerimi açtığımda bir tarafımda abim bir tarafımda annem, beni az önce karşıladıkları odada uyanışımı gözlemliyorlardı. Bulanık görüyordum. Ben onlara gördüklerimin ve yaşadıklarımın hepsinin gerçek olduğunu ve anlatacak daha fazla şeyin olduğunu, o asansörle indikten sonra neler gördüğümü heyecanla anlatmak için dudaklarımı aralamışken, abim, olduğu yerden, önce anneme kısık sesle bir şeyler söyledi.. Beynimde şimşekler çaktı, az sonra bir şeyler olacaktı bana! Güçsüzce doğrultmaya çalıştım. Bunu fark eden ikisi hemen hemen aynı anda bana doğru eğildiler. Hiç fırsat vermemeye de özen göstererek gayet sakin bir şekilde yüzüme nefeslerini üflemeye başladılar. Bu beni uyutacaktı, hissediyordum. Nefesimle nefeslerini itmeye çalıştım ama hiç gücüm kalmamıştı. Gittikçe gözlerim kapanıyordu.

O gün olanlarla ilgili hiçbir şey bilmiyorum. Bana bunu neden yaptılar. Annem… abim… Bu işin kim neresinden tutuyordu? Patronum neden oradaydı? Babam evden çıktıktan sonra bir daha neden hiç görünmedi?

Gözlerimi kapadım;

bir daha açamadım.

Son Yazılar

Hepsini Gör
ADAM'IN HİKAYESİ

Taksiciye 'çok geç kaldım beni otogara lütfen yetiştir!' dedi, gömleğini iliklerken. Taksici yetiştirdi. Adam ücreti öder ödemez inip,...

 
 
 
VİRGÜL

-Hayırdır, düşüncelisin yine sanki? +Bunu yolladı bana.. -Göster bakiyim "Virüs falan dikkat et kendine çok kalabalık yerlere girme!"...

 
 
 
biri benden uçakla gitmiş olmalı

Bekleme bölümünde yerden göğe kadarki pencerelerin öte tarafında, yerdeki yakınlı uzaklı uçaklara bakarken babamın yolculuklarla ilgili dedi

 
 
 

Comments


20200626_140929_edited.jpg
  • White Instagram Icon
  • White Twitter Icon
  • White Pinterest Icon
  • Beyaz YouTube Simgesi

© 2017

bottom of page