Yol
- Ferhan Tutaşer
- 14 Kas 2017
- 1 dakikada okunur
Gece… Arabaya binmek üzereyim. hemen her şey hazır: yolcular tamam, bavullar tamam. Kafam karışık. Az önce seni düşündüm; gözlerim doldu. biniyorum şehirler arası minibüse. Evet, yine gitmem lazımdı buradan.
Uzun bir yolculuk için kullanılacak aracın minibüs olması kimsenin umurunda değildi. Öyle ki şoförün kim olacağı bile henüz belirlenmemişti, sadece birkaç dakika sonra hareketlenecek bir arabanın şoförünün kim olacağı konusunda ‘bakarız’ denilebiliyordu. Yolcular rahat. Hiçbir davranışları az sonra yola çıkacak birinin hissettiklerinden öte değildi, kimsede bir sorun görünmüyordu. Oysa ben gidiyordum…
Yola çıktık. Seni düşünüyorum. Gittikçe gittik. Mola yerleri vardı, durduk. Ama bizim için bilindik anons falan yapılmadı, yapılabilecek bir yere de benzemiyordu. Arabadan üçüncü veya dördüncü kişi olarak indim. Karanlığa karışık yalnızlık hissi… Beni aramıyorsun.
Orada biraz oyalandık ve tekrar yola koyulma vakti… Hareket etmeden önce, geride bıraktığımız sanırım lokanta çalışanları olan birkaç kişi aralarında konuşuyorlardı, soğuktan dolayı elleri ceplerinde. Orada olup olmamamız pek mühim değildi onlar için. Yola devam edecektim.
Kulağımda müzik dinlerken seni hatırlıyorum. Şarkılar bitti. Uyuyakalmışım. Gözümü her açtığımda minibüsten biri daha ayrılmıştı veya ayrılıyor oluyordu.
Sabah griliği artık ve benim de inme vaktim gelmişti. Bir nevi son duraktı zaten benimkisi. Dışarısı da yolculuk esnası gibi soğuk. Yollarda kimseler yok. Elimde koca çantalar. Birbirimizin varlığından habersisiz.
Yoktun. Uzaklığın aklımda, upuzaklığın.
Bir yolun giriş gelişme ve sonuç bölümlerinde bir şey değişmiyordu. Artık sana Kamer-ül Sevda diyebiliyorum en fazla. Bildiğim hiçbir şey yok. Belki de üçüncü bencil şahısım.
Sabah. Hava soğuk. Yanlarımda koca çantalar.
Ben nereye geldim.
Comments